31 Ağustos 2014 Pazar

Eva.





Son günlerde aklımdan çıkaramadığım bir tablo var. 
Edvard Munch'ın 'The Brooch.Eva Mudocci'si. Kürk Mantolu Madonna'da anlatılan tablonun da bu olduğundan adım kadar eminim.

Ah, Eva.. Hiç bir kadın senin kadar hüzünlü gözlerle bakmadı şu hayatta. Her baktığımda bu gözlerde kayboluyorum ve nedense bu daha da hüzünlendiriyor beni. Çünkü uzun zamandır, benim gözlerimdeki Eva hüznünü, bir Munch'ın fark edip kendi hüznünün kanvasında şekillendirmesini bekliyorum.


PALAHNIUK



Yazar,sadece kitap yazmamalı kanaatimce; bir de cesur yazmalı.
İşte tam da bu yüzden Chuck Palahniuk okumak zevktir.
Dövüş kulübü hariç değil.
Lanetli de cidden hiç fena değil.

                    

meyilliyiz bugün de



Sanırım genel bir meyil var terk etmeye yönelik. Özgürlüğümüze öyle düşkünüz ki, asla bağlanamadık. Delilercesine sevmek yetmedi, biz hep 'tutunamayanlar'dık. Kimisine aşık olduk kaybetmekten korkmaktan anlatamadık, kimisine daha en başta zaten uyamadık. Sanırım genel huyumuz bu insanoğlu olarak. Özellikle alıştırmak kendimizi başkalarına ve sonra durup dururken terk edip gitmek. Bahanesi ne olursa olsun, nedensizce biz asla hiçbir yere ve kimseye ait olamadık.

EXPECTATIONS

"Expectations are funny things. You waste so much time guessing what your life could look like, but the thing is, you cant really know until the day you open your eyes and see that if you let go and lean into the unexpected it may be something more beautiful than you ever could have imagined. No, it's not what you expected, it's something even better."
                   -The New Normal

Yönetmen Değişikliği


Okulun açılmasına bir hafta kaldı. Bu sene, pişmanlık listeme başka maddeler eklememeye kararlıyım. Konu elimde değil belki ama bakış açımı değiştirerek yönetmenimi değiştirebilirim hayatımın. Mesela Wes Anderson çeksin filmimi. Ben bu sene The Grand Budapest Hotel'de kaybolmak istiyorum. Toz pembenin sakin huzuru, mavinin derin mutluluğu, turuncunun saklanamaz heyecanıyla, sahne ortasında ben, etrafımda ayna simetrisiyle yepyeni bir yıl.. Hak ettim bunu.




Giderken vedalaşamadık. O yüzden gel. Tek isteğim var: gel, karanlıkta otur benimle ve the national dinleyelim. Benim başım, senin omuzunda. About today'le konuşmadan vedalaşalım. Daha ne isterim?


30 Ağustos 2014 Cumartesi

DENİZ YEŞİLİ

Belli bir ton yeşil'i arıyor gibi hissediyorum son zamanlarda. Hani bir gömleği beğenirsin, hatta bayılırsın ama rengi içine sinmez, sen de vazgeçersin. Sonradan da almadığına pişman olursun, belki zamanla rengine alışacaktın, ah işte mahvettin bu şansı da. Bir zamanlar dünyanın en güzel yeşiline sahiptim. Çim, yaprak yeşili değil de deniz yeşili gibi. Ama tam öyle de değil. Doğrusu, tarif edemem size. Çünkü bir tek benim gözlerim görebilirdi bu tonu. O yüzden de bu kadar özel ve elde edilemez güzellikte ya. Kaybedince nasıl üzüldüğümü tahmin edebilirsiniz. Çünkü biliyorum hepiniz hayatınızın bir döneminde sadece size özel bir renge sahiptiniz. Şimdi de hayatımı, o yeşili azıcık da olsa andıran renkler peşinde koşmakla geçiriyorum. Biliyorum acınası bir durum belki de. Ama engel olamıyorum. Usanmadan aynı yeşili arıyorum. Bazen ton tutuyor da yeşilin kendine has ciddiyeti tutmuyor, bazen aynı parlaklıkta olmuyor, bazen de sebepsizce o yeşil benim aradığım yeşil olamıyor. 
Hayatımın yeşilini kaybettiğim için beni suçlamayın nolursunuz. Elimde değildi. İstemeden oldu, eminim o da istemedi gitmeyi. Ve sizler, hayatın kal deyince kalınacak kadar basit olmadığını şu ana kadar çoktan fark etmiş olmalısınız. Kalması için diğer her renkten vazgeçmeye ikna edebilirdim gözlerimi, yine de bir şeyleri değiştireceğinden şüpheliyim.
O gittiğinden beri, yeşil ciddiyetli adamlar aradı gözlerim hep. Bulamadım, bulacağıma dair de ümidim yok denilecek kadar az. Yine de galiba hiç vazgeçmeyeceğim denemekten. En sevilen renkten nefret etmenin dayanılmaz acısı.. Her terk eden gibi galiba bu yeşilin de kaderi bu.