28 Eylül 2014 Pazar

birazdahatanısamseni

 
Biraz daha tanısam seni, bu gece başımda beklemeni isterim. Yorgunum ve ağrılar, kırıklarım var.Eziklerim, çiziklerim. 
Ah keşke biraz daha tanısam seni, ve sen de böyle aceleci olsan benim için. Koşmadan koşar adım tanısak, aşık olsak. Fena mı olurdu şu havada aşık olmak? Yağmurlar yalnızken, dolaylı olarak iyi gelmiyor vücuda. Elleri boş kalıyor insanın, sigara yakası geliyor ısınmak için. Ah fena mı olurdu? Senin soğuk ellerin üşütseydi ellerimi? Biliyorum, yetmezdik ikimiz ısınmaya, ama beraber üşüme fikrinin cazibesi yeteri kadar çekici değil mi? 
Biraz daha tanısaydım seni, eminim ellerim konusunda güvenebilirdim sana. Nerden geliyor bu fevkalade heves, bu cesaret bilmiyorum. Sende bir şey var korkularımı küçük kutulara hapseden. Ah, öyle isterdim ki senin korkularını kutularımda saklamayı, belki o zaman bu gece biraz daha tanırdım seni, ve ellerim ellerinde, başımda beklerdin.


20 Eylül 2014 Cumartesi

Tekrar Tekrar



Sanırım romantik filmlerde neye ağladığımı anladım. Filmdeki karakterlerin hayatlarına, yaşadıkları inanılmaz aşklara, acılara değil ağlamalarım. Her romantik filmde, aşka tekrar tekrar inanıyorum. Garip gelecek belki de kulağa ama gerçek sorun bu. Her romantik jestte, aşıkları bir araya getirmek için kaderin yaptığı her şaşırtıcı cilvede, delicesine aşka inanıyorum. Film bittiğinde, ister mutlu ister mutsuz sonla bitsin, ben ağlıyorum. Çünkü biliyorum beni yine aşka inandıran film, bitiyor. Her güzel şey gibi. Gerçek hayata dönünce, farkındayım ki; böyle aşklar yok. Olsa da benim başıma hiç gelmedi, gelecek gibi de değil. Her romantik filme göz kapaklarımla peçetelerin ayrılmaz aşkı başlayacağını kabullendim, hazırlıklı geliyorum filmlere. Ben yaşayamıyorum aşkı, bari onlar yaşasın.

14 Eylül 2014 Pazar

TIPITIP



Tıp okumak çok zor azizim. Yemin ederim sosyal hayat, uyku, ders üçlüsüne bir de ehliyet kursu girince inanılmaz zorlaştı işim. Düşünün bir de sevgilim olsa ne halt yiyicem? (istese de olmadı).

Yalnız bu sene inanılmaz kararlıyım tıbbın hakkını vermeye. Yani demek istediğim asla not ortalamamı 90 yapmak falan değil, sadece mesleğimde gerekli olacak bilgileri sindire sindire öğrenmek amacım. Şimdilik çalışmalar kötü gidiyor sayılmaz; günlük tekrarlarımı yapıyorum, eh bi’ de derslere giriyorum. Daha ne olsun?

Her şey iyi, güzel de iş nöroanatomiye gelince olay ciddileşiyor. Yahu bu ne? Aptala döndüm, bi’ basit cerebellum dedik, çalışalım dedik; tüm pazarını alır mı bir insanın 3 sayfalık konuya çalışmak? Napalım, kendi eden kendi bulur. Ayrıca kulağa sadistlik gibi gelecek ama ben baya bir seviyorum bu işi. O yüzden hadi ben kaçıyorum. Yine inekleme mode on.  Spinocerebellar yollarım vermise uyarı gönderip durmasın, nucleus fastigii’m formatio reticulare’mi yormasın klavyede ince hareketler yapıcam diye. Artık zaman, cortex’i çalıştırma zamanıdır dostlar!



1 Eylül 2014 Pazartesi

Stand On The Horizon


Bugün benim günüm. İlk sürücü kursumu alıcam ve hava müthiş. Hafif kasvetli ama müthiş. Sabah sporumu da yaptım. Delice mutluyum ve bu şarkıda dans etmekten kendimi alıkoyamıyorum.

31 Ağustos 2014 Pazar

Eva.





Son günlerde aklımdan çıkaramadığım bir tablo var. 
Edvard Munch'ın 'The Brooch.Eva Mudocci'si. Kürk Mantolu Madonna'da anlatılan tablonun da bu olduğundan adım kadar eminim.

Ah, Eva.. Hiç bir kadın senin kadar hüzünlü gözlerle bakmadı şu hayatta. Her baktığımda bu gözlerde kayboluyorum ve nedense bu daha da hüzünlendiriyor beni. Çünkü uzun zamandır, benim gözlerimdeki Eva hüznünü, bir Munch'ın fark edip kendi hüznünün kanvasında şekillendirmesini bekliyorum.


PALAHNIUK



Yazar,sadece kitap yazmamalı kanaatimce; bir de cesur yazmalı.
İşte tam da bu yüzden Chuck Palahniuk okumak zevktir.
Dövüş kulübü hariç değil.
Lanetli de cidden hiç fena değil.

                    

meyilliyiz bugün de



Sanırım genel bir meyil var terk etmeye yönelik. Özgürlüğümüze öyle düşkünüz ki, asla bağlanamadık. Delilercesine sevmek yetmedi, biz hep 'tutunamayanlar'dık. Kimisine aşık olduk kaybetmekten korkmaktan anlatamadık, kimisine daha en başta zaten uyamadık. Sanırım genel huyumuz bu insanoğlu olarak. Özellikle alıştırmak kendimizi başkalarına ve sonra durup dururken terk edip gitmek. Bahanesi ne olursa olsun, nedensizce biz asla hiçbir yere ve kimseye ait olamadık.

EXPECTATIONS

"Expectations are funny things. You waste so much time guessing what your life could look like, but the thing is, you cant really know until the day you open your eyes and see that if you let go and lean into the unexpected it may be something more beautiful than you ever could have imagined. No, it's not what you expected, it's something even better."
                   -The New Normal

Yönetmen Değişikliği


Okulun açılmasına bir hafta kaldı. Bu sene, pişmanlık listeme başka maddeler eklememeye kararlıyım. Konu elimde değil belki ama bakış açımı değiştirerek yönetmenimi değiştirebilirim hayatımın. Mesela Wes Anderson çeksin filmimi. Ben bu sene The Grand Budapest Hotel'de kaybolmak istiyorum. Toz pembenin sakin huzuru, mavinin derin mutluluğu, turuncunun saklanamaz heyecanıyla, sahne ortasında ben, etrafımda ayna simetrisiyle yepyeni bir yıl.. Hak ettim bunu.




Giderken vedalaşamadık. O yüzden gel. Tek isteğim var: gel, karanlıkta otur benimle ve the national dinleyelim. Benim başım, senin omuzunda. About today'le konuşmadan vedalaşalım. Daha ne isterim?


30 Ağustos 2014 Cumartesi

DENİZ YEŞİLİ

Belli bir ton yeşil'i arıyor gibi hissediyorum son zamanlarda. Hani bir gömleği beğenirsin, hatta bayılırsın ama rengi içine sinmez, sen de vazgeçersin. Sonradan da almadığına pişman olursun, belki zamanla rengine alışacaktın, ah işte mahvettin bu şansı da. Bir zamanlar dünyanın en güzel yeşiline sahiptim. Çim, yaprak yeşili değil de deniz yeşili gibi. Ama tam öyle de değil. Doğrusu, tarif edemem size. Çünkü bir tek benim gözlerim görebilirdi bu tonu. O yüzden de bu kadar özel ve elde edilemez güzellikte ya. Kaybedince nasıl üzüldüğümü tahmin edebilirsiniz. Çünkü biliyorum hepiniz hayatınızın bir döneminde sadece size özel bir renge sahiptiniz. Şimdi de hayatımı, o yeşili azıcık da olsa andıran renkler peşinde koşmakla geçiriyorum. Biliyorum acınası bir durum belki de. Ama engel olamıyorum. Usanmadan aynı yeşili arıyorum. Bazen ton tutuyor da yeşilin kendine has ciddiyeti tutmuyor, bazen aynı parlaklıkta olmuyor, bazen de sebepsizce o yeşil benim aradığım yeşil olamıyor. 
Hayatımın yeşilini kaybettiğim için beni suçlamayın nolursunuz. Elimde değildi. İstemeden oldu, eminim o da istemedi gitmeyi. Ve sizler, hayatın kal deyince kalınacak kadar basit olmadığını şu ana kadar çoktan fark etmiş olmalısınız. Kalması için diğer her renkten vazgeçmeye ikna edebilirdim gözlerimi, yine de bir şeyleri değiştireceğinden şüpheliyim.
O gittiğinden beri, yeşil ciddiyetli adamlar aradı gözlerim hep. Bulamadım, bulacağıma dair de ümidim yok denilecek kadar az. Yine de galiba hiç vazgeçmeyeceğim denemekten. En sevilen renkten nefret etmenin dayanılmaz acısı.. Her terk eden gibi galiba bu yeşilin de kaderi bu.